22 Aralık 2008 Pazartesi

VURMAYIN

Şiddetin aile içi yansımaları özellikle feodal toplumların en derin yarası iken, en az değinilen ve medyada da ajitasyon unsuru olarak kullanılmasının dışında yer verilmeyen mesele çocuk istismarıdır.
Bu mevzunun derinliği birkaç yazının devamıyla ancak kavranabilir sanırım. Bu metinde daha çok fiziksel şiddet boyutundan söz edeceğim.

Yurtiçi ve yurt dışı istatistiklere göre şiddet uygulayan kişi ile eğitimi arasında doğrudan bir bağlantı mevcut değil. Olayın matematiği, şematiği, akademiği vs vs vs… yıllardır yazılıp çizilmektedir. Biz burada tekrar lama sıkıcılığına düşmeyelim.

Aile içi şiddeti yaşamının bir parçası haline gelmiş çocuklar, ilk çocukluk dönemi(0–8)henüz olayı tanımlayamıyor olmanın şaşkınlığı ile dışarıda gözle görünür bir tepki vermezler. Hatta öyle doğal, canlı ve neşeli davranabilirler ki siz serap’ın Ayşe’nin, murat’ın, her akşam tekme tokat darp aldığına, aşağılandığına inanamazsınız. Ne zaman ki bahar gelip de yazlıklar giyinir, o zaman neden bu çocuklar uzun kollu giyiyor, şort giymiyorlar diye belki düşünebilirsiniz. Sıradan doktor muayenelerinde fark edilen çürükler anne ve babası tarafından düşmüş! Çocuk işte diyerek kolayca geçiştiriliverir.

Kimi zaman evin erkeği (?) dir bu işkenceci… Ancak kendini ve insan hayatını böylesine aşağılayan annelerde azımsanmayacak orandadır.
Kocasından gördüğü şiddetin ve cinsel istismarın(eşlerine tecavüz eden beylerin trajedisi ayrı bir yazının konusu)acısını evlatlarından çıkartmakta pek de bir mani görmezler. Ve bu karanlığı aydınlatmaya yetecek örnekleri de olduğunu savunurlar.
Çok yoruluyorum. Hiç söz dinlemiyor. Bu çocuk bunu hak etti. Dayak cennetten çıkmadır. Anne baba değil mi? döverde severde…
Minicik bedenler, bu darplara hiç tepki veremezler belki sadece ağlayabilirler. Sonra da minik karnında ki yara, bacağında ki morluk ve kesik kendilerine sorulduğunda sakin sakin hiçbir duygu ifadesi belirtmeden anlatırlar.

Bu yazıyı okuyanların içinde minik bir sızıntı yayılabilir; ya kendi yaşadıklarından ya da kendi çocuklarına yaptıklarından…
Ancak sızıntı, sızlama, sızlanma ne yaraları iyileştiriyor ne de geleceğe ektiğimiz minik bedenlerin kalbinde ki sönmüş umutları geri getirebiliyor?

Feodal toplumlarda yaşanan trajedilerin en önemlisi yaşanan işkencenin yokmuş gibi yapılması, kol kırılır yen içinde kalır atasözümüze sadık kalınarak, dışarıya karşı cici gülümsemelerin takınılmasıdır.

El ne der? Eller duymasın! Rezil oluruz ele âleme, vs…
Yıllar önce Ankara da yaşadığımız büyük bir site vardı. Orta halli işçi ve memur ailelerinin yaşadığı bu uzun apartmanlarda her evden değişik sesler gelirdi. Henüz dokuz yaşlarında saçları örgülü bir ilkokul öğrencisi iken alt katımızda s…adlı arkadaşımın evinden yükselen sesler çocuk belleğime kazınmıştı…

Sabahları muhtemelen hiç uyuyamadan, belki yorgunluk ve acıdan birkaç saat sızdıktan sonra hiçbir şey yok gibi o kara önlükleri giyer, dantel yakarlımızı takar ve okul yoluna düşerdik.
Konuşmazdı. Konuşamazdı. Ne desin di? Kime ne desin? Nasıl anlatsın? Kim çare olabilir di?

Yıllarca sürdü bu. Sürebildi. Çocuktum o zamanlar. Ben ne deseydim? Bütün komşular bilirdi o evde ne cehennemlerin yaşandığını…

Onların geldiği ortamlarda ağır bir sessizlik olurdu. Annesi kadınların toplantılarına katılamazdı çürüklerinden utancından. Kimse de bir şey yapmazdı. Herkes seyretti olup biteni.
Sessizlik, uğursuz bir sessizlik…

Taşındık sonra ve tekrar karşılaştığımızda,gözlerinde öfke,kalbinde ise masum bir bekleyiş gördüm.üniversiteyi okuyamadı.evlendi mi bilmiyorum….sevdi mi hiç? Sevildi mi? Sevginin ve emeğin değerini bilen insanlarla karşılaşabil dimi?

Nedir bir insanı arkadaştan ayıran?
Kalabalık mıyız? Toplum mu?
Siz hiç kendi yavrusuna tekme tokat girişen bir hayvan gördünüz mü?
Bir şiirimde şöyle demiştim;
Kötülük gücünü sessiz çoğunluktan alır…


Pınar NURHAN
Eğitimci Yazar ( rehberlik )

Hiç yorum yok: